Impetus Lv sisteminin hemen dışında bulunan beş büyük gemide bulunan Tork
birlikleri ilk ataklarının yok edildiğini ve Gaialıların geri püskürtüldüğünü
öğrenmiş ve küplere binmişlerdi. Planın ikinci bölümü olan zor yolu denemekten
başka bir çareleri kalmamıştı. Yine de jetlerin kara birliklerini biraz da olsa
yıprattığı haberini alan Tork lideri onları daha da yıpratacak ikinci ve üçüncü
hamlesini yapmaya hazırdı.
Sayıları altı yüz bini bulan Criestler kara birlikleri için çok
kalabalıklardı ve yenilseler bile geride kalan gruplarla işleri çok daha kolay
olacaktı Torkların. Gemilerden en öndeki, Swarxy atmosferine giriş yapıp
vadinin bir kilometre gerisinde karaya inmiş, içinde bulunan binlerce yaratık,
havanın hafifçe kararmaya başladığı akşamüstü saatlerinde son derece hızlı bir
halde vadiye doğru atağa geçmişti.
Alex elindeki dürbünden bakınca ileride bir toz bulutunun havaya kalktığını
görerek birliklere haber vermişti. Vadinin hemen karşısındaki tepeden görünen
canlıların Criestler olduğunu anlayan Alex, telsizden kumanda odasında bulunan
Amos’u aramış ve hazır olmasını istemişti. Karargahın çatısına kurduğu kamera
düzeneğiyle her şeyi net bir şekilde izleyen Amos tüm cihazları açık konuma
getirmiş ve amfinin sesi açan yuvarlak butonunu sonuna kadar çevirmişti. Artık
sadece kamerayı izleyen genç Aquany’nin işaret parmağı cihazın üzerindeki
oynatma tuşundaydı.
Önce yüzlercesi tepenin başından beliren koyu yeşil renkli, sivri dişli
yaratıklar, tepeyi aşmaya başladıklarında sayıları inanılmaz boyuta gelmiş,
koşarken birbirlerinin üzerine çıkmaya başlamışlardı. Onları en önde gören
Kane’in gözleri kararmış, “Medexler, savaş pozisyonu alın!” emri vermişti
öndeki gruba. Hemen arkalarında bulunan Swarx grupları, Aquany askerleri ve
Kaliumlular da savaşmak için hazır pozisyonda beklemeye başlamışlardı.
Kane, henüz aradaki oluşturduğu tuzağa gerek duymuyordu. Onu ileride, çok
zorlandıklarında kullanacaktı. Kalium okçularını da arayan komutan onların
ortaya çıkmamasını özellikle tembihlemişti. Her şeyden önce Amos’a güveniyordu
ve ona bu yaratıkları yok etmesi için bir fırsat verecekti.
Tozu dumana katan Criestler vadi arasına sığamayacak kadar kalabalık halde
karşılarında gördükleri Medexlere doğru ilerliyorlardı. Kane de ellerini iki
yana açmış onları, nesneleri hareket ettirme gücüyle geri püskürtmek için iyice
yaklaşmalarını beklemekteydi.
Yüz metre kala ilk kolonların yanından geçen Criestleri gören Amos, zamanın
geldiğini anlayarak, “Güle güle Criestler!” dedi ve müzik çaların tuşuna bastı.
Ortalığı bir anda saran ve yeri göğü inleten gitar sesi kesik kesik
olmasına rağmen önde bulunan yüzlerce Criest’in dumura uğramasına yetmişti.
Kafaları şişmiş ve sağa sola doğru yamulmuş, ardından şarkıcının sesi girdiği
anda kafaları kasklarını da parçalayarak balon gibi patlamaya başlamıştı. Bu
parçayı bulan kişi olan Esmeralda’yı anan Amos, “İşte müzik bu!” demekten
kendini alamıyordu.
Seçtikleri parça ACDC grubuna ait bir parçaydı ve durumu özetleyen bir
anlam içeren parçanın ismi ‘Cehenneme Giden Otoban’ idi. Bir anlamda bu vadi,
Criestleri cehenneme gönderen bir yol olmuştu.
İlk grupların parçalanan beyinlerini izleyen kalabalık küre ekipleri de
parçanın ahengine kendilerini kaptırmışlar, ellerini ileri doğru sallayarak
nakarat bölümünde hep bir ağızdan “Cehenneme Giden Otoyol” diyorlardı.
Ancak ardı arkası kesilmeyen Criestler bir noktada birbirlerinin üzerine
iyice çıkmış, dev bir dalga misali havalanarak Medexlerin üzerine geliyorlardı.
O an Amos olanları görerek Kane’i telsizle arayıp, “Sakın bir şey yapmayın!
Solo geliyor!” diyordu. Hala kafaları patlamakta olan Criestlerin neredeyse
tamamı vadiyi doldurup tekrar daha büyük bir dalga yarattıklarında Alex bile
onları durduramayacaklarını hissetmiş ancak öyle olmamıştı.
Grubun gitaristinin muhteşem gitar solosu başlamış, tam o anda Amos sesi iki katına çıkaran güç özelliğine basmıştı. Birden havada dalga halinde olan tüm Criestler yemyeşil halde patlamışlar, ortalık Criest kanı ile bulanmıştı. O an vadiye bakan Alex, sevinçle Amos’un başardığını ilan ediyordu. Vadi de bir tane bile yaratık kalmamış, bu saldırı sonunda Criestlerin soyu tükenmişti.
Diğerine doğru asasını çeviren İnka o sırada, “Kane, geride kalanları hemen
kalkanın gerisine al! Bunları bana bırakın!” dedi bağırarak.
Kane geriye dönüp geride kalanlara bağırarak geri çekilmelerini emretti.
Çok az kalan askerler içeri girmiş, son yılanı da haklayan İnka yaklaşık elli
metre mesafede arkadan ona yaklaşmakta olan ve sayıları beş bini bulan
Saylobotların ona odaklandığını görerek hemen geriye koşmaya başlamıştı. Zamanında
içeri girmeseydi onların gövdesindeki büyük gözden çıkan beyaz ışınlar
neredeyse onu yakalayıp ruhunu ele geçirecekti ama başarılı olamamışlar, İnka
geçtiği an onu izleyen Amos kalkanı kapatmıştı.
Karargahın yaklaşık kırk metre ilerisinde ön tarafa dizilen tanklara
gelmişti sıra. Onların içinde güçlerini birleştiren muhafız ve Kalium
askerleri, Saylobotların kalkanlarını parçalamaya başladıklarında avantajın
kendilerinde olduğunu gören İnka, “İçinden çıkanları kaçırmayın! Asıl onlar
önemli!” diye bağırıyordu. Kendi de asasından çıkan küre ateşiyle parçalanan
robotlardan çıkan turuncu kafalı, hayalet misali havada süzülen Torkların ele
geçirdiği Saylon bedenlerini yakıyor, içindeki Torkların acı çığlıklarla yok
oluşlarını izliyordu dikkatle.
“Askerlerim! Sakın bir tanesinin bile kaçmasına izin vermeyin! Burası
onları tarihe gömeceğimiz yerdir!” diye haykıran İnka diğerlerini
cesaretlendirmeye çalışıyordu.
Bu arada geride kalan Torklar, Saylobotların silahlarını kullanarak hedef
değiştirmişler ve kalkanı parçalamaya uğraşıyorlardı. Alanda küre askerleri ile
neredeyse aynı sayıda olan dört yüz kadar Saylobot kalmıştı. En arkada duran
dev Saylobot’u kullanan Tork liderleri sayılarının çok azaldığını görerek artık
ateş canavarının zamanının geldiğini anlamıştı. Cronosis’in gücü sayesinde hem
küre askerlerinin hedefini değiştirebilir, hem de kalkanın yıkılmasını
sağlayabilirdi.
Dev robot, metalik eliyle göğsünde açılan yerden çıkardığı, yuvarlak şeffaf
objenin üzerindeki düğmesine basarak onu kalkanın önüne doğru yuvarladı. Küçük
kürenin içinde bulunan, siyah bilye gibi olan şekil, içeride kendi etrafında
hızla dönmeye başlamış, önce sıvılaşıp sonra buhar haline gelerek, üzerindeki
düğmeden siyah bir sis halinde ortalığa yayılmıştı.
Sonrasında sis otuz metrelik bir uzunluğa ulaşıp, yaklaşık yüz metrekarelik
bir alanı kaplayarak katılaşmaya başlamıştı. Bunu gören İnka ve öndeki tanklar
ateş etmeyi bırakmışlardı çünkü bu her ne ise onların görüş alanını kapatmıştı
tamamen. Katı siyah tepenin ucu birden bir yanardağ patlaması gibi dışarıya
doğru lavlarını çıkarmaya başladığında onu gören Alex, yanındaki Amos’a, “Şimdi
başımız belada!” demişti.
Lavlar katı şeklin her tarafını sardığında sıcaklık iyice artmış ve
alevlenen maddenin içinden çıkan uzun çeneli, iki boynuzlu Cronosis, tepeden
aşağıdaki askerlere bakarak yeri göğü inleten sesiyle kükremeye başlamıştı.
“Sizi böcekler! Beni siz mi rahatsız ettiniz? Acı içinde öleceksiniz
faniler! Burası mezarınız olacak!”
İnka, tankların önüne geçmiş, onlardan, emir verdiğinde silahlarını,
yukarıya doğru kaldırdığı asasına hedeflemelerini istemişti.
“Beeeeen evren muhafızı İnkaaa! Geldiğin yere git İblis, yoksa yok
edileceksiiin!”
İnka’nın sesi normalden çok daha yüksekti. Sanki o değil de kürenin kendisi
konuşuyor gibiydi. Gözleri masmavi parlıyor, kalem şeklindeki sarı saçları
dalgalanmaya başlamış, parlak beyaz halde ışıldayan asasının ucunda mavi
kristalin aksi ortaya çıkmıştı.
Alevlerin içinden sıyrılan siyahlık aşağı doğru eğilip ona doğru bakarak,
“Peki, nasıl istersen!” dedi ve alevlerden oluşturduğu dev kollarıyla onları
ezmek için harekete geçti ama kolları havada kalmış ve kalkana takılmıştı. Bu
arada yer titremiş, kalkana çarpan kollarının olduğu yer aşağı doğru derin bir
çatlak oluşturmuştu.
O an İnka ateş emri vermiş ve asasından çıkan mavilik Cronosis’in etrafını
kaplayarak onu küçültmeye başlamıştı ama güçleri alt evren varlığına yetmemiş,
bu bağı her yerinden çıkardığı yüzlerce sivri alevli parçayla bölen Cronosis,
İnka’nın şaşkınca bakan halini görüp,
“Ha ha! Buna güç mü diyorsun sen ölümlü? Bu beni sadece gıdıklıyor!”
demişti eğlenerek.
Bunu gören Amos bir an içini kaplayan şaşkınlıktan kurtularak, “Lav, ateş! Tabii ya! Alternatifi buz! Onu böyle yok edebiliriz!” diyerek hızla Alex’in yanından ayrılıp çatıda bulunan mekiklerden birini alarak Rice gezegenine doğru yola çıktı. Çok çabuk olması gerektiğini farkında olan balık adam, içinden kalkanın biraz daha dayanmasını umut ediyordu.
Bir an gözlerindeki yaşların boşaldığını hisseden Athena, Elvira’ya
sarılmış, arkasından mavileşen gözleriyle Cronosis’e nefretle bakmaya
başlamıştı. Yaratık ise bahçedeki askerleri ezmek üzereydi. Elvira’yı bırakıp
hızla koşmaya başlayan Athena’nın vücudu masmavi parlamış, tüm küre desteğini
üzerinde hisseden genç Solemli kafasındaki bandın ortasındaki madalyondan çıkan
mavi ışıkla alevlerin arasından bir delik yaratıp havada sıçrayarak kendini
onun içine bırakmıştı. Cronosis birden dev alevli kolları havada öylece kalarak
yaşadığı garipliği anlamaya çalışıyordu. İçinde bir şeyler olmuştu ve bu onu
şaşırtmış, kollarını geri çekmesine neden olmuştu. Onun içinde sislerden bir
şey göremeyen Athena ise nefessiz kaldığını hissediyordu. Dumandan neredeyse
boğulmak üzere olan genç kız son bir hamleyle Amos’un hazırladığı buz
bombalarının pimini çekmiş ve bayılmıştı.
Bir anda yerden göğe kadar buzlanmaya başlayan alt evren varlığı, son
haykırışlarında, “Hayııır! Olamaz!” dedikten sonra donarak devasa bir anıta
dönüşmüştü. Onun hareketsiz kaldığını gören küre ekibi Torklara saldırılarını
arttırmıştı. En önde olan İnka, Athena’yı ve diğerlerini kaybettiğini düşünmüş
ve daha önce en yakın arkadaşı Tara’yı öldüren Coveniuslara karşı hissettiği gibi,
yüreğindeki acıyı nefrete dönüştürerek Torkları birer birer yok etmeye
başlamıştı.
Ona destek veren Alex, vücudundan çıkan uzun kablolarıyla sardığı
Saylonluları birbirlerine çarptırıp parçalıyor, içinden çıkanları ise Reyna ve
ekibi gözlerinden çıkan ateşlerle eritip kül haline getiriyorlardı.
Aynı şekilde Kane, Tanaka, Daisuke, geride kalan muhafızlar ve Kaliumlular
Torklarla göğüs göğüse savaşıyorlardı.
Sayıları elli kadar kalan Torklar muhafızları yok etmeyi başarmışlardı ama
diğerleri onları çok zorluyordu. Bu sırada yer sarsılmış, Cronosis’i oluşturan
buz parçaları çatlamaya başlamıştı.
Alt evrenin nadir varlıklarından biri olan Cronosis’in altında buz halinde
kalan Athena bir dizi yerde, yere doğru eğilmiş halde donmuştu. Aradan biraz
zaman geçtiğinde ilk önce kalbi atmaya başlamış sonrasında hafızası birden
yerine gelerek son hatırladığı şey olan Elvira ve Amos’un ölüm görüntüleri
zihnine gelmişti. Kürenin sesini zihninin içinden duyan Athena onu dinleyerek
ne dediğini anlamaya çalışmıştı.
Çok derinden gelen ve yankılanan ses ona, “Athena uyaaaan! Sana ihtiyacımız
var! Güç içinde! Onu bulmalısın!” diyordu.
Bir anda gözleri buzun içinde masmavi halde parlayarak açılan Athena,
sesini çıkaramadığı halde içten içe attığı çığlıklarla kafasının üzerinde olan
sağ elini kılıcına uzatmaya çalışıyor ama buzun gücü onu engelliyordu.
Vücudunun en ufak sinir ucuna kadar her bölümünü eline odaklayan küre kızı
elini beş santim kadar geriye kaydırmış ve parmaklarıyla kılıcın sapına
ulaşmaya çalışmıştı ama biraz daha mesafe vardı. Parmak uçlarını iyice ileriye
doğru uzatıp sapı hafifçe kavradığında birden dişlerini iyice sıkıp, gözlerini
kapatarak onu eline geçirmiş, ardından gözlerini tekrar açmıştı.
Nefesiyle ağzının önünde bulunan buz parçasının eridiğini gören Athena
artık konuşabileceğini biliyordu. Zaman gelmişti. O, kürenin kızı, orta evrenin
koruyucusu, yaşamın en yılmaz savunucusuydu.
Tüm gücüyle haykıran genç kız, “Kürenin gücü adınaaaa!”diyerek yukarıdan
gelen küre ışınının havaya kaldırdığı kılıcına dolmasına izin verip, tekrar
eğilerek hızla yukarı zıplamıştı.
Yerin sarsılması ve buzun çatlamasıyla bir an duran Tork ve küre birlikleri
tepeden inen mavi küre ışınını görmüşlerdi. Ardından buzlar her tarafa doğru
ayrılmış, Cronosis paramparça olmuştu. Onun tam ortasından çıkan Athena ise
hızla yere indikten sonra yerde bulunan saydam küreye ilerlemiş ve kaşları
çatık halde, buz mavisi şeklinde parlayan göz bebekleriyle Torklara bakarak onu
ayağının altında ezmişti.
“Sırada siz varsınız!” diye haykıran Athena kılıcını onlara doğru uzattığı
an, küre savaşçıları da aynı anda onun arkasında hücuma geçmişlerdi.
Torklar o an yok olacaklarını fark edip korkuyla gerilediler. Kaçmaları ve geçide giden kardeşlerine zaman kazandırmaları gerekiyordu. Hızla geriye doğru dönüp koşan Saylobotların arkasından, yanındakilere bağıran İnka, “Hiçbirini kaçırmayın! Tüm Torklar bugün ölmeli!” diyordu nefretle.
Orta Evren E-Kitabını Bulabileceğiniz Siteler:
Google Kitaplar: https://bit.ly/3xGHVwq
D&R Kitaplar: https://www.dr.com.tr/ekitap/orta-evren
Facebook Sayfası: www.facebook.com/ortaevren/
Ceyhun Özçelik
Burada paylaşılan yayınlar hiçbir şekilde herhangi bir şahsa yada kuruma zarar verecek nitelikte değildir. Öyle olduğunu düşünüyorsanız lütfen yukarıda, sağdaki sosyal ağlar menüsüne girerek bana ulaşın ama baştan söyleyim, bu yazı beni bağlamaz :D
0 comments:
Yorum Gönder