Blogger tarafından desteklenmektedir.
Oooo neler var neler!

14 Aralık 2018 Cuma

KONU:

GLİKASYON - GLUTENSİZ YAŞAM


Çok yakında hem obezitenin hem de kalp hastalıklarının temelinde gerçekte neyin yattığını keşfedeceksiniz. Tahıllar ve karbonhidratlar kan şekerini yükselterek beyni ateşe verir. Beyin üzerindeki bu olumsuz etki, enflamasyon döngüsünü başlatır ve bu da nörotransmiterlerinizi doğrudan etkiler. Nörotransmiterler beyninizin ve duygu durumunuzun en önemli düzenleyicileridir. Kan şekeriniz yükseldiğinde vücudunuzdaki serotonin, epinefrin, norepinefrin, GABA ve dopamin gibi nörotransmiterler hızla tükenir. Aynı zamanda da bu nörotransmiterlerin üretimi için gereken B kompleks vitaminleri de yıkıma uğrar. Magnezyum düzeylerindeki düşüş hem sinir sisteminizi hem de karaciğerinizi zorlar. Tüm bunlara ek olarak yüksek kan şekeri, sonraki bölümde detaylı olarak inceleyeceğimiz glikasyon reaksiyonunu da tetikler.
Kısaca açıklamak gerekirse glikasyon; şeker, protein ve bazı yağların birbirlerine bağlanıp aralarında beyin dokuları ve hücrelerin de bulunduğu doku ve hücreleri katılaştırmalarına ve esnekliklerini kaybetmelerine neden olduğu biyolojik bir reaksiyondur. Daha net bir ifadeyle, şeker molekülleri ve beyin proteinleri birleşerek beynin tahrip olmasına ve işlevlerini yitirmesine çeşitli şekillerde katkıda bulunan yeni, ölümcül yapılar oluştururlar. Beyin, glikasyonun yıkıcı etkilerine karşı son derece savunmasızdır ve gluten gibi güçlü antijenlerin de bu sürece ivme kazandırması durumu ağırlaştırmaktadır. Nörolojik terimlerle ifade etmek gerekirse glikasyon, önemli beyin dokularının küçülmesine katkıda bulunabilmektedir.
Aralarında şeker ve nişastaların da bulunduğu besinlerden alınan karbonhidratlar vücutta şekere dönüşür ve bu da, artık bildiğiniz gibi pankreasa kana şeker pompalaması gerektiğini söyler. İnsülin, glikozun hücrelere iletilip karaciğer ve kaslarda glikojen olarak depolanmasını sağlar. Karaciğer ve kaslarda glikojene yer kalmadığındaysa şeker yağa dönüştürülerek vücutta depolanır. Karbonhidrat tüketimi —yağ değil— kilo alımının en temel nedenidir.
Çoğu çiftçinin kesmek için yetiştirdiği hayvanları protein ve yağlar yerine mısır ve tahıllar gibi karbonhidratlarla beslediklerini unutmayın. Tahılla beslenmiş bir danadan elde edilen bir parça etle çimen ve kuru otla beslenmiş bir danadan elde edilen et parçasını karşılaştırdığınızda bu farkı kolaylıkla görebilirsiniz. Tahılla beslenen dananın eti çok daha yağlı olacaktır. Bu durum, karbonhidrat oranı düşük diyetlerin sağlık üzerindeki en önemli etkilerinden birinin kilo kaybı olmasını büyük ölçüde açıklamaktadır. Üstelik karbonhidrat oranı düşük diyetler kan şekerini de düşürerek insülin direncini kontrol altına alır.
Karbonhidrat yerine yağ tüketilmesi, Tip-2 şeker hastalığının tedavisinde sıkça başvurulan bir yöntem haline gelmeye başlamıştır. Karbonhidrat oranı yüksek bir beslenme düzenini alışkanlık haline getirdiğinizde vücudunuz sürekli insülin salgılar ve yağ yakımı da tam olarak durmasa bile ciddi anlamda kısıtlanır. Vücudunuz şekere bağımlı hale gelir. Hatta vücudunuzdaki tüm glikozu kullansanız bile insülin fazlası yüzünden metabolizmanız mevcut yağları yakmakta sıkıntı yaşar. Aslında karbonhidrat bazlı beslenmek demek, vücudumuzu aç bırakmak demektir. Birçok obezin de karbonhidrat tüketirken kilo verememesinin başlıca nedeni budur. İnsülin düzeyleri vücutlarındaki yağı rehin almaktadır. 

Ceyhun Özçelik

Burada paylaşılan yayınlar hiçbir şekilde herhangi bir şahsa yada kuruma zarar verecek nitelikte değildir. Öyle olduğunu düşünüyorsanız lütfen yukarıda, sağdaki sosyal ağlar menüsüne girerek bana ulaşın ama baştan söyleyim, bu yazı beni bağlamaz :D